Sıra bana gelmiş önümde birkaç kişi ve arkamdaki ordu ile birlikte 35C’ye binme gafletinde mi bulundum acaba bu akşam da!..
– Evet araç kapıları açılıyor!…
– Haydi 1… 2… 3….
– Ya Allah bismillah!…
– Hücümmm!…
Aman Allah’ım savaş meydanına mı geldim?!.
– Dur ayağıma basma!
– Evladım bastonum düştü, müsade eder misin alayım!..
– Anneeee!… Saçımı kim çekiyor?..
Neyse ki oturdum, en ön koltuğa, yanımda bir kişilik yer var mıydı tam olarak anlayamadım, Allah vere de bir erkek oturmaya. Zira bu koltuk iki kişilik değil bir buçuk kişilik!
İki hanım birilerini ite kaka geldi, biri diğerine bağırarak:
– Sen otur, sen yorgunsun!
– Okey kanka!
Koluma iyi bir darbe yemiştim, neler oluyor anlamadım…
– Kanka ben çok acıktımmm!
– Ne yesek acaba?
– Eskiden ne yiyorduk?
– Çiğ köfte falan, ama şimdi canım istemiyor.
Metrobüsün yarısı sanırım bu iki hanımın ne yediğini merak ediyordu. Öyle olmasa neden bu kadar yüksek sesle bağırsınlar ki!..
– Afedersniz, biraz yüksek sesle konuşuyorsunuz, rica etsem…
Gözleri ile beni yiyecek bir bakış atarak:
– Pardon bir şey mi oldu?
– Ses diyor kanka, sesimiz çok çıkıyormuş…
Öyle bir kahkaha attı ki üç beş kişi dönüp baktı, cennetten kaç kişilik yer müjdesi geldi acaba deyu!..
– Sizi anlamadım ama neyse!…
Beni anlamamış?! Tövbe tövbe…
– Kanka acaba, “Sigara içilmez” levhası gibi “Yüksek sesle konuşulmaz” diye bir levha var da biz mi görmüyoruz!… Haa haa haaa!…
-Yok be kanka, böyle kendini bilmezlere takılma sen…
– Baksana kanka, biz sesimizi neye göre ayarlayacağız, şimdi böyle “KANKAAA!..” desem sesim çok mu yüksek gelir, hani bir ses ölçüm cihazı falan koysalardı bari!.. Ha haa haaa…
– Baksana kanka inerken şuna bir ders verelim, ne dersin?
– Ne yapsak acaba?
– Kulağının dibinde var kuvvetine bağırsak mı?
– Koluna iki tane indirsem mi?
– Az kaldı şimdi ineceğiz, hemen bir plan yapmalıyız, kim oluyor da bizi uyarıyor bu?!.
Lâ havle velâ kuvvete!.. Sahi ben kim oluyorum acaba…
– Kanka bir durak kaldı, bağıra bağıra şarkı mı söylesek acaba? Anlar o zaman yüksek ses neymiş!..
– Hadi kalk durağa geliyoruz.
“Şirinevler”
-Amaan boş ver Kanka, haydi inelim, benim canım tantuni çekti, güzel bir yemek yiyelim…
Metrobüs durdu, yerinde duramayan iki yolcu indi. Camdan dışarıya bakıyordum, belki de geriye dönüp son bir şey söylerlerdi… Ama söylemediler, gittiler. Bu iki yolcu çocuk desem çocuk değil, liseli, çiçeği burnunda genç desem o da değildi. Otuz otuz beş yaşlarında iki hanım!
Düşündüm de biz nerede yanlış yaptık yapıyoruz acaba? Lise yıllarında iken “Demokrasi” dersinde hocamız “âdâb-ı muâşeret” kurallarını anlatmıştı. Hâlâ hocamızın anlattıkları kulaklarımda hâlimdedir olabildiğince.
Nedir bu âdâb-ı muâşeret: sözlükte “İyi terbiye, nazik ve kibar olmak, usluluk, zariflik” manalarına gelir. Âdâp, edebin çoğuludur. Muaşeret ise, “Birlikte yaşayan kişilerin iyi geçinmesi” demektir.
Âdâb-ı muaşeret kuralları, “Bir arada yaşayan insanların iyi ilişkiler içinde olmaları, birbirlerine nazik, kibar davranmalarını sağlayan bilgilerdir.”
Kimsenin kendine bile tahammülü kalmadığı kural tanınmaz bir dünyaya “Merhaba!” demeden “Elveda!..” demek istiyorum sanırım bugün…
Menekşe Özkaya
- Gözü pek bir Dadaş - Aralık 2, 2022
- Yüreğini Yüreğime Sar Anne - Mayıs 10, 2020
- Metrobüste Sadece On Dakika - Aralık 21, 2019
- Cemil Meriç’siz 32 yıl - Haziran 15, 2019
- Bir Akide Şekeri alır mısınız? - Mart 5, 2019
- Bilmekten maksat ne idi? - Ocak 21, 2019
- Münzevi ve mütecessis bir fikir işçisi Cemil Meriç - Ocak 14, 2019