Uçuk çıktı dudağımda. Tam üst ve alt dudağımın kesiştiği yerden başladı, üst dudağımın ortasına kadar kabardı. Konuşurken, gülerken, yemek yerken canım yanıyor. Rahmetli büyükbabam mendilini sobada ısıtır, yeni çıkmaya başlayan uçuğun üzerine bastırırdı sıcak sıcak. Söndürürdü uçuğu daha çıkmadan. Düşünüyorum da uçuklayan dudağın her türlü çarpma ve sürtünmeyle yeniden tahriş olup kanaması ve uzun süren iyileşme sürecini göze almaktansa, sıcak bastırıp söndürme fikri hiç de kötü gelmiyor bana. Bazıları ise bunu doğru bulmuyor şimdilerde. İçerden dışarı atılanın önünü kesmeyin, bırakın vücut atsın, diyorlar. Böylesi daha doğruymuş. Bu da mantıklı.
Sık sık uçuklar dudaklarım. Sizinki de öyle mi bilmem? Viral bir durum, diyor doktorlar. Ne virüsmüş arkadaş! En çok sevdiği vücut benimki olsa gerek, en çok beni ziyaret ediyor. Kuvvetlenmem gerekiyormuş, immün sistemi güçlendirirsem bana zarar veremezmiş bu virüsler. Hatta ziyaretlerini gittikçe seyreltir, hiç gelmez olurlarmış zamanla. Gayret ediyorum tabii ki. Bakalım…
Şehir değişikliklerinde muhakkak uçukluyor dudağım. Gittikten hemen sonra elime gelen bir kabarıklık beni hayrete düşürüyor. Uçuk habercisi, bir ulak. Geliyorum, diyor. Anlıyorum hemen. Gel bakalım. Hoş, kabul etmesem sanki gelmeyecek. Benim gibi gezmeyi seven birinin değişiklikten hoşlanmayan dudaklara sahip olması da ayrı bir tenakuz. Gez, toz, keyfine bak işte. Ne diye sağdan soldan pıtrak gibi kabarıyorsun? Her defasında şaşırmama da ayrıca şaşırıyorum. Niyeyse…
Komşunun kız kardeşi var, saçlarını bazen mora, bazen maviye, bazen de pembeye boyatır. Sıcak havalarda herkes sandalet giyerken o, bazen özel yapım çizmeler giyer. Saçlarına değişik tokalar takar, boynuna renkli fularlar, şallar dolar. Ona da ‘uçuk bir kız’ diyorlar. Bakıyorum, bu kız benim dudağımda çıkan uçuğa ne kadar benziyor diye, hiç benzemiyor. Neden böyle söylediklerini anlayamadım gitti. ‘Uçuk kaçık’ diyenlere hele hiç katılamıyorum. Niçin virüs ile benzerlik kurarlar bu kızda, bilmem. Şifon etek giyiyor çoğunlukla, rüzgâr estikçe etekleri uçuşuyor, acaba bu sebepten mi? Aslında enikonu sevimli bir kız. Herkes gibi davranmıyor sadece, farklı davranıyor. Herkesin kabul ettiği bazı normlara uymuyor, itiraz ediyor, karşı çıkıyor, tersine davranıyor. Bizim alışkanlıklarımıza sahip olmaması garip geliyor bana da fakat bakıyorum, bazılarının koyun gibi körü körüne kabul ettiklerini o kabul etmiyor. Fikri var ve fikrinde ısrarcı. Böyle olunca yaftalanıyor hemen ‘uçuk kaçık’ diye. Görünüşündeki tuhaflığa alışamasam da şahsiyetli duruşundan dolayı saygı duyuyorum ona.
Uçuk renkler var bir de. Şimdilerde pastel tonlar deniyor bu renklere. Uçuk mavi, uçuk sarı, uçuk yeşil… Hele uçuk yeşil, ne kadar güzel olur. Kaç tonda uçuk yeşil vardır bilmem ama etrafa baktığımda uçuktan koyuya, tabiatta yeşilin kaç bin çeşit varlığını görüp çok şaşırıyorum her seferinde. Hele o yeşillerin arasında görülen her renkten minik çiçeklerin şekil ve renk çeşitliliğiyle ortaya çıkan güzellikler beni mest ediyor. Tabiat çok renkli. “Her şeyin bir rengi var, toprak bile kahverengi.” diyen Barış Manço çok haklı. Allah çok büyük, sanatının sınırı yok. O, en büyük sanatkâr, eserlerine gören gözlerle bakmayı bilenler için.
Uçuk kelimesi, uçmak fiilinden türeme bir isim olduğuna göre insanda veya tabiattaki renkler nasıl uçuyor dersiniz? Uçuyorlar mıdır acaba, yoksa bizim işimize böyle geldiği için biz mi onları uçuruyoruz, uçurtma misali? Çocukluğumdaki uçurtmamı hatırladım birden, uçuk renkli kâğıtlarla süslü, püskül püskül kuyruğu olan uçurtmamı. Nasıl da salınarak süzülürdü havada. Rüzgârın esişine göre başını bir o yana bir bu yana sallayarak göğün maviliklerinde yol alırdı gönlünce. Kuşlarla arkadaşlık ederdi, ağaçlara tepeden göz kırpardı. Bıraksam, yıldızlara ulaşmak istercesine yükselecekti. Bırakmazdım ben. Onu kaybetmeyi göze alamazdım. Seyrine doyum olmazdı. Ben de onunla uçmak isterdim. Belki de o benim nâmıma uçuyordu gökyüzünde. Kuyruğuna takılsaydım bana da ‘uçuk kaçık’ derler miydi acaba?
Uçmadım, uçamadım ben maalesef!
Bir de uçaklar vardır. Aynı kökten türeme. Pilotlar uçurur onları. Zordur her halde koskoca uçağı uçurmak. Uçarken de salimen yere indirmek. Kolay olsa, herkes pilot olurdu. Onca düğme, onca kol, onca insanın sorumluluğu… Yok yok, hiç kolay bir iş değil. Bazı şoförler düz yolda gidemiyor da sağa sola çarpıyor. Onlar binlerce metre yüksekte yol alıyorlar, Allah selamet versin!
Bak şimdi neyi merak ettim? Acaba pilotlar uçağı uçururken uçuk kaçık hareketler yaparlar mı? Akıllarından şöyle uçuk bir düşünce geçer mi mesela; gösteri pilotlarının yaptığı hareketlerden birini, uçağı 360 derece döndürme hareketini yapsalar, nasıl olurdu yolcuların hali? Tam kemerler bağlanmış, belli bir irtifa kaydedilmiş, hostesler içecek servisine başlamışlar; pilot uçağa takla attırıyor. Uçağın içindeki o karmaşayı düşünemiyorum. Çok uçuk bir düşünce oldu, kabul ediyorum. Pilotların uçuk fikirleri düşünmediklerine eminim. Gerçi kokpitte ne yaptıklarını görmüyoruz. Neyse ki görmüyoruz. Görsek, belki de hareketleri bize uçuk gelirdi de onlara hiza ve istikamet vermeye çalışırdık. Uçuk olanın bizler olduğumuzu asla düşünmeyerek.
Bağımlı olanların da uçuşa geçtiklerini duymuştum. Elleri ayakları titrerken maddeyle buluşup vücutlarına zerk ettiklerinde yaşadıkları uçma hissi. Kısa süreli bir uçuş, sonu genellikle çakılmayla sonuçlanan. İnsanın kendi bedenine bu kadar zarar vermesi inanılmaz bir zafiyet. Uçuk düşünceli olanlar asıl bu grup. Hayatlarındaki olumsuzlukları çalışıp çabalayarak bertaraf etmektense, en kısa süreli irtifanın ardından yere çakılmak veya sürünerek yaşamaya devam etmeye karar vermek… Oysa insan denen varlık çok güçlü. Yeter ki gücünün farkına varsın. Yanlış arkadaşlara sığınmasın, sığınılacak yegâne mercinin ‘Yaratan’ olduğunu bilsin.
İnsan kendisini mutlu hissediyorsa, uçuk kaçık olmakta bir mahzur yok. Herkes kurallara sıkı sıkıya bağlı olarak yaşayacak değil a! Bazıları da gönüllerince davransın, toplumun geneline garip gelmesi pahasına. Yeter ki ölçü kaçmasın. Yeter ki onların hallerini görenlerin dudakları hayretten uçuklamasın!
Nurhayat ÖRENCİK