Yanmak kelimesi ateş ile irtibatlandırılır genelde. Bu anlamda insana acı veren bir eylem gelir hatıra. Halbuki yanmanın pek çok çeşidi vardır ve bunların çoğu fizikî anlamda yanmaktan çok uzaktır, genellikle mecaz anlamlıdır.
Yanmak vardır, güneşin altında çok oturmaktan kaynaklanır. Çoğunlukla bilinçli bir tercihtir ve sizi zamanla çikolata gibi karartır bu yanmak. Özellikle tatile giden insanlar güneşin ışınlarından faydalanmak için yatarlar sere serpe ve yanarlar. Bu, biraz da gururlandırır onları, tatil yaptıklarının kanıtıdır adeta. Fırsat bulmuş, değerlendirmiştir yanan. Mutludur sonuçtan.
Ocağı yakarız, çay demlemek biz de demlenmek için. Bazen fazla kaynayıp dilimizi yaksa da çay, ne gam! Severiz demlenmeyi hele dostlar da varsa. Sohbetin belini kırıyorken yanına çay eşlik etmezse olur mu hiç? Bir yanı eksik kalır muhabbetin, yetim kalır.
Ocak, yuva anlamında kullanılır bizim kültürümüzde. Ocağı yakmak veya tüttürmek; neslini, soyunu devam ettirmek anlamına geldiği gibi, ailenin düzenini devam ettirmek anlamını da taşır. Kıymetlidir. Ailelerde erkek çocuk varsa, soyun devam ettiği inanışı vardır. Erkek çocuğu olmayanlar ve soyadını devem ettiremeyenler için “Ocağı sönmek” deyimi kullanılır. Bu son derece yanlıştır. Peygamber efendimizin soyu erkek çocuğundan değil, kızı Fatıma’nın neslinden devam etmiştir.
Mum yakmak vardır, dedelere mum yakmak. Evliya kabirlerinin baş tarafına bazen mum yakılacak içi oyuk bir taş konur, bu taş yoksa sandukanın baş taraftaki duvarına mum yakılır. Genellikle mübarek gecelerde ve bir dileği olan insanlar yakar mumu. Sonra da “Dedelere mum bile yaktım gene de dileğim olmadı!” serzenişini duyarsınız. Bazıları beklentisiz yakar hatta hiç yakmaz, dileğini içten içe Rabbine niyaz eder. Aralarındaki muhabbetin yakınlığı bilinmediğinden bu niyazın sonucu da bilinmez.
Lambanın yanması vardır, eskiden, elektriğin olmadığı zamanlarda. Her evde bir veya birkaç gaz lambası olur. İçindeki gaz yağı her gün kontrol edilir, eksikse doldurulur. Fitili düzeltilir. Yanarken is çıkar fitilden, bu sebepten camı her gün silinir, parlatılır. Parlatılmazsa yeteri kadar ışık vermez etrafına. Her gün bir seramoni şeklinde bu eylemler muhakkak yerine getirilir. Lüks lambası denilen ve daha çok varlıklı insanların evinde bulunan bir lamba da vardır. Önceleri ispirtolu ocaklara, sonrasında küçük tüplere aparat ilavesiyle kullanılır. Bu çeşit lamba, tepeden sarkan bir lüks gömleği ile yakılır. Gömlek eskidikçe değiştirilir. Bakmayın adının lüks gömleği olduğuna, delikli bezden yapılmış bir balona benzer bu paça. Yakıldığı zaman muma veya lambaya nazaran çok aydınlık yayar etrafa. Gaz lambasının soylu akrabası gibidir.
Işığı yakarız. Eskilerin ‘ışığı canlandırmak’ dedikleri ve yanmak kelimesinin zihne getirdiği olumsuz anlamı aydınlatma eylemiyle bağdaştıramadıkları için. Biz yakıyoruz artık ışığı. Eskiler kadar hassas olamıyoruz. Işığı yakarız ve aydınlanır dünyamız. Gündüz gibi olur gecelerimiz. Yarım kalan işlerimizi tamamlarız gündüz ışığı bitse bile. Elektrik kesilse, ne yapacağımızı bilemeyiz karanlıkta. Bir an önce kavuşmak isteriz tekrar ışığa.
Sobada odun, mangalda kömür yakılır. Sobanın üstünde fokurdayan çaydanlık, odaya yayılan demlenmiş çay kokusu da bir başka olur. Sobayla özdeşleşen bir diğer yiyecek de kestanedir. Üzeri çizilip sobanın üzerine konan kestaneleri elimiz ve ağzımız yana yana kapışarak yemişizdir hepimiz. Kaloriferli evlerde büyüyen çocuklar bu keyiften mahrum büyüyorlar maalesef. Hele mangalın közüne sürülen bakır cezvede telaşsız pişen bir fincan kahve, nasıl kırk yıl hatır bırakmasın içende?
Bazıları da başını yakar. Gayri meşru işlere dalanlar, adam vuranlar, hırsızlıktan yakalananlar başını yakmış demektir. Hele kendi suçuna bir masumu bulaştırmışsa, o masumun da başı yanmış demektir. İyilerle dost olmak bunun için çok önemli. “Bana dostunu söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.” Sözü boşa söylenmemiş. Baştan iyilerden seçeceksin arkadaşını ki sonra başını yakmasın.
Aşk insana sigara yaktırır. İçinde gittikçe büyüyen duygunun etkisinde kalan âşık, bu yükü tek başına çekemez de yalnızlığına sigarayı yoldaş eder. “Dedim ya, seninle ve parmaklarınla/ Neden olmasın, yeni yakılan bir sigarayla da anlatılabilir şiir/ Apansız bir yolculukla da” dedirtir.
“ne vakit maçka’dan geçsem/ limanda hep gemiler olurdu/ağaçlar kuş gibi gülerdi /bir rüzgâr aklımı alırdı/ sessizce bir cigara yakardın/ parmaklarımın ucunu yakardın/ kirpiklerini eğerdin bakardın/ üşürdüm içim ürperirdi/ felaketim olurdu ağlardım”
Sevdiceğinden yüz bulamayan efkârlı âşık bir cigara/sigara yakar, sonra da bir türkü tutturur: “Sigaramın dumanı da dumanı / Yoktur aman şu yârimin imanı.”
Gemiler de yakılır kimileyin. Sevgili, türlü cefalarla âşığı canından bezdirirse, onu kaybedebilir de. Bu durumda kalan âşık, kendini gurbetin acı kollarına atar. Tarık bin Ziyad gibi gemileri yakar. Onun için artık geri dönüş yoktur. Başına gelecekleri kabullenip mücadelesini ona göre yapacaktır bundan sonra.
Vatan aşkı ile yanmak da bir yanma çeşididir. Üstelik kutsal bir yanmadır bu. “Vatan sevgisi imandandır!” der sevgili Peygamberimiz. Tarih boyunca belki de vatanını en çok seven, vatan toprağını kutsal kabul eden ve bu uğurda canını vermekten bir an çekinmeyen bir milletin çocuklarıyız. Devlet kurmuşuz defalarca. Devlet kurduktan sonra onu devam ettirmenin kurmaktan daha önemli olduğunu unutup gaflete dalmış idareciler. Yıkılmış devletimiz, yeniden kurmuşuz. Sonra bir daha, bir daha… Tam on yedi defa… Her defasında milletimiz çok acılar yaşayarak, çok çileler çekerek… Yanmaktan bıkmamışız gene de. “Sen yanmazsan, ben yanmazsam, o yanmazsa /Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa” demiş şairimiz.
Bir de pervane misali yanmak vardır. Yanmak ki ne yanmak!
Pervane, aşka düşmüştür bir kere. O aşktan başka hiçbir şey düşünemez. Işık, aşkı temsil eder. Işığın etrafında döner durur pervane. Çember çizer durmadan. Çizdiği her çember, bir öncekinden dar olur. Yaklaştıkça kanatları yanar. Buna rağmen ayrılamaz oradan. Gittikçe daha daralır, daralır, daralır ve en sonunda dayanamayıp ateşe atar kendini pervane. Işığa kavuşmuştur hem de canı pahasına. Işıkla bir olmuş, ikiliği ortadan kaldırmıştır. Zira kavuşmanın yanmaktan başka yolu yoktur.
Yanmak asıl budur! Kendi benliğinden vazgeçip sevdiğinin varlığında ‘bir’ olmak. Bu uğurda yanmak. Aşk şarâbını içerek ölümsüz olmak. Böyle yanmaya da can feda! Biliriz ki âşıklar ölmez.
Ne demiştik, yanmak çeşit çeşittir. Bazen kimse yanmasın diye düşünürüz ama bazı yanmalar olmadan da insanın olgunlaşması zor hatta imkânsızdır. ‘Altını ateşle sınarlar’ sözünü hatırdan çıkarmamak gerekir. Bizi bizden iyi bilen Rabbimiz hayrımıza olacak, bizi olgunlaştıracak imtihanlarımızı kolay kılsın. Çekemeyeceğimiz yükleri yüklemez, yüklemesin. Biz de insan olmanın gururunu taşıyalım.
Nurhayat ÖRENCİK
- Kış, Deprem ve Gönlüm - Şubat 8, 2023
- Uçuk - Ocak 14, 2023
- Yeryüzünde… - Ocak 1, 2023
- Yanmak - Aralık 21, 2022
- Söz Verildiyse Tutulmalı - Aralık 7, 2022
- Tıraş Olmak Şuuru - Mayıs 13, 2020
- Helalleşmek Ama Nasıl? - Mayıs 7, 2020
- Koronalı Günlerden Yakınlarımıza Mektuplar - Nisan 22, 2020
- Itır ve Itriyat - Nisan 15, 2020
- Kavram Karışıklığı - Mart 27, 2020
- Şiraze Dağıldı, Toplayan Yok! - Aralık 14, 2019
- Âsûde Bahâr Ülkesi - Ağustos 24, 2019
- Uyarıldım - Mayıs 4, 2019
- Zaman ve Saat İlişkisi - Mart 11, 2019
- Monolog yahud sıradan bir Cumartesi - Mart 1, 2019
- Zeytin - Şubat 5, 2019
- Seni sayıyorum baba - Ocak 17, 2019